30 Mayıs 2011 Pazartesi

Orhan Miroğlu- Dıjwar


Kürtlerin hayal gücünün bu kadar geniş olduğunu bilmezdim!
(Aziz Nesin)

Kürt halkının şu yüz yıllık dönemde yaşadığı olayların nasıl göründüğünü açıklaması bakımından Aziz Nesin'in yukardaki cevabi cümlesi, bazı beyinlerde, yaşadığımız realitenin sürrealiteye nasıl evrildiğini göstermesi bakımından bir mihenk taşıdır.

Dıjwar; zor, çetin, güçlü anlamlarına gelen Kürtçe bir sözcük olup kitapta Musa Anter'i katleden Orhan Miroğlu'nu yaralayan Şırnak bölgesi Kürtlerinden Hamit YILDIRIM'IN  kod adıdır.(Orhan MİROĞLU, son bilgilere göre Dıjwar'ın Şırnak Kumçatı'da halen koruculuk yaptığını yazıyor.) Musa Anter'in Diyarbakır'da festivale gelmesini haber alan derin güçler, piyonlarını öne sürüp Musa Anter'i katletmişlerdir. İçinde kendisinin de öldürüleceğine dair bir tedirginlik bulunan Musa Anter'in kuşkusu Dıjwar'ın sinsice planını görememiş, haince bir tezgahın kurbanı olmuştur. Kürtlerin Ape Musa'sı Musa Anter'in  son sözü: "Mın bıbın xestexane"...

Beyler besler merak için tazıyı
Kadir Mevlâ'm böyle yazmış yazıyı.

Dıjwarların kendilerine eziyet edip kişiliklerini yok edenlere körü körüne itaat etmeleri psikolojik olarak elbet ki sorgulanmalıdır. Aytmatov'un Mankurt anaforu 12 Eylülcülerin başlıca işkence anlayışını oluşturur. Tek tipleştirici, ötekini yok sayıcı bu anlayış, kendisinden başkasına hayat hakkı tanımayıp onların kişiliğini yok eder ve bireyin tüm değerlerini yıkar. Böylece kimliksiz, kişiliksiz bir hilkat garibesi yapılan bu insanlar birer kurşun asker olurlar.

Dıjwar'ın kendi ağzından anlattığı 12 Eylül'ün abideleştiği Diyarbakır 5 no'lu Cezaevi anıları, insanı o ortamın içine alıp şu soruyu sorduruyor.

"İşkence" mi " Ölmek" mi?

Ölmenin  "ihtiyaç" olduğu bu cezaevinde ölmek lüksü yoktu. Mahkumların kendilerini öldürmemeleri için her türlü tedbir alınmıştı. Ölmek ve yaşamak kimsenin elinde değildi. Yaşamak için itirafçi olup kutsal metni imzalamak gerekirdi. Ve Dıjwar böyle oldu.Aslında onlar mahkum değil o okulun öğrencileriydi. (Esat Oktay YILDIRAN: Okul Müdürü Co: Müfettiş Gardiyanlar: Öğretmen Mahkumlar: Öğrenci) (Bkz. Dıjwar- Hapishane notları)

Vedat AYDIN ve Mehmet SİNCAR'in katli...

Dönemin HEP DİYARBAKIR  İl Başkanı Vedat Aydın'ın öldürülmesi bölgenin ilk faili meçhul cinayetidir. Bir gece evinden alınan Vedat Aydın iki gün süren işkencenin ardından Elazığ'ın Maden yakınlarında öldürülmüş olarak bulundu. Resmi bir gözaltının ölümle sonuçlanması halkın devlete ne kadar güvenip güvenmeyeceğini de ortaya koyuyor. Dönemin Güneydoğusunda ne kadar pislik ararsanız vardı.

Silahların gölgesinde, gözyaşlarının içerisinde, kendi toprağına giderken 12 kez arama noktasından geçen, ununu,yağını, şekerini karneyle alan, baskı ve şiddete maruz kalan, dili yasaklanan, müzikleri illegal olan, her türlü teşebbüsü sözde sayılan, yahu kardeşim bu ne haldir diyenin küfüre hakarete maruz kalıp cezaevlerinde zorla istiklal marşı okutulan, her zaman türküm doğruyum çalışkanımla güne başlayan ve diğer ırkların yokluğuna alıştırılan...

Mehmet Sincar'ın öldürülmesi ise artık Jitem mi dersiniz kontrgerilla mı  dersiniz devlet destekli derin çetelerin güpegündüz sokak ortasından bir milletvekilini öldürecek kadar pervasızlaştığının resmidir.

Bir gün Kürtçe ıslık çalındığı için hapse girilmeyecek,
Bir gün kendi dilinle konuştuğun için aşağılanmayacak.
...
Ve bir gün bütün bu saçmalıkları nasıl olup da yaptığımıza bakıp geride bıraktıklarımız için dualarımızı ve beddualarımızı ilahi adalete ulaştıracağız.

28 Mayıs 2011 Cumartesi

Bejan Matur- Dağın Ardına Bakmak

Daha önce okuduğum kitaplardan farklı olarak bu kitap insanı ön plana çıkaran; insanın çelişkilerini, değerlerini, ailesini, yerini, yurdunu, hasretini, özlemini... kısacası bu kirli çarkta unutulan insanlığı yazmaya çalışmış.

Birinci kısım: Kürt sorununun görünmeyen dişlilerinden, istatistiksel değere dönüşen insanların hayatlarından, öykülerinden oluşuyor. Dili yasaklananan, köyü yakılan, babası gözlerinin önünde işkence gören, "gizli polis" uygulaması yüzünden okuldan soğuyan, kültürel değerleri yasaklanan, ayaklar altına altına alınan, gittiği yerlerde hakir bakışlarla karşılanan insanların yaşadığı travma ve bunun sonucunda hayatlarını- çevresindekilerin hayatlarını da - sonuna kadar değiştirecek bir karar almaları ve bundan sonra yaşadıkları ele alnıyor.

Meselenin Türk-Kürt halkı arasında geçmediği sorunun SİSTEM' de olduğu açık seçik bir şekilde anlaşılıyor. Bin yıldan bu yana bir arada yaşayan halkların arası ne oldu da şu son yüzyılda  dönüştü?

Kitabın ilerleyen sayfalarında bu sorunun cevabını da göryoruz. İttihatçıların başını çektiği grup Ulus-Devlet oluşturmak için Türkiye' de yaşayan tüm halkı- Kürt, Laz, Çerkez, Abaza...- modernizmin tek tipleştirici jargonuna uygun olarak asimile etmeye çalıştı. Diğer halkalar üzerinde asimile çalışmaları etkili olduysa da- ki kendileri de gönüllüdür- Kürtler bu durumun dışındaydı. İşte bundan sonra yapılan her yanlış günümüze kadar gelen büyük acılara, travmalara, katliamlara varan uygulamaların başlangıcını oluşturdu.

Şark Islahat Planı, Abidin Özmen Raporu, Takrir-i Sükun, Şark İstiklal Mahkemeleri, Zilan Katliamı,Dersim Katliamı, 60 darbesininin kendilerini Kürt sanan Türkler raporu, 80 darbesinin Diyarbakır 5 nolu Cezaevi, olağanüstü hal, faili meçhuller, köy yakmalar... Daha nice nice yapılanlar SİSTEMİN nasıl çalıştığını göstermesi bakımından yeterlidir.

Neticede bu yapılanlarla halkların infiale gelmeyip mutedil davranmaları gerçekten takdire şayan bir durumdur.Başka yerlerde bunların olması durumunda- malum dezenformasyonun bu kadar yoğun olduğu bir memleket yoktur- Latin Amerika ülkerinden pek farklı bir şey beklemek mümkün değildir. Halkımızın sağduyusuna hayranım. İki yüzlü siyasetçileri, dalavereceleri, rantçıları, savaş tamatamcılarını biliyor ve artık bu durumun bitmesini istiyor. Bu düzen böyle gelmiş böyle GİTMEZ diyerek. Zafer HALKINDIR.

Kitabın son bölümünde çocukluk arkadaşıyla yıllar sonra karşılaşması ve yanındaki arkadaşlarıyla yaptığı sohbete yer vermiş. Fotoğraflarla kitap sona eriyor.